Ozon Mucize mi?

MUCİZE YARATAN OZON TEDAVİSİ

OP. DR.MUAMMER VELİDEDEOĞLU


Mucize yaratan ozon terapisi
Son günlerde üst üste gelen yoğun iş programınız nedeniyle kendinizi yorgun ve güçsüz mü hissediyorsunuz? Yoksa önünüzde sizin için hayati önem taşıyan, mutlaka kazanmanız gereken bir sınav mı var? Çok önemli bir spor müsabakasına mı katılacaksınız? Yaşlandığınız için her gün yeni bir ağrıyla mı tanışıyorsunuz? Vücut direncinizi arttırmak için avuç avuç vitamin ve enerji hapları almaya gerek yok. Bir kaç "ozon terapisi" seansına girerek kendinizi son derece dinç ve dinamik hissedebilirsiniz. Günümüzde kanserden hepatite, kolitten zonaya kadar pek çok hastalığın tedavisinde yardımcı yöntem olarak kullanılan ozon terapisi, aynı zamanda sağlıklı insanların performanslarını artırmaya ve vücudu gençleştirmeye de yarıyor. Dünyada yaklaşık 50 yıldır uygulanan bu terapi Türkiye'de ise çok yeni. İlk olarak 1999 yılında Kızılay Altıntepe Tıp Merkezi'nde uygulamaya başlayan Op. Dr. Muammer Velidedeoğlu, ozon terapisini şöyle açıklıyor: "Dolaşım bozukluklarında, kronik hastalıklarda, kolitlerde kullanıyoruz bu tedaviyi. Ayrıca vücudun yaşlanmasını önleyici etkisi de var. Ancak bu yöntem vücudu gençleştirmez, sadece vücudun fonksiyonlarını düzene sokar. Vücutta 70-100 milyar hücre bulunur. Aşağı yukarı günlük veya haftalık 10 milyar hücre tahrip olur. Vücut bunun yerine yenisini koyar. Ozon bunu takviye ediyor. Bağışıklık sistemindeki hücreleri aktive ederek hücrelerin 21 gün değil de 12 günde bir değişmesini sağlıyor. O yüzden bir gençlik ortaya çıkıyor. Aslında buna gençlik değil de dinçlik, dinamizm demek daha doğru."

Bu dinamizm öyle bir şey ki, Op Dr Velidedeoğlu ozon terapisine girenlerin büyük bir çoğunluğunun, "Yeniden doğmuş gibiyim. Ağacı kökünden sökebilirim" ifadesini kullandığını söylüyor: "İlk uyguladığımız dönemlerde bir üst düzey yönetici gelmişti ve manager hastalığı denilen bir hastalığı vardı. Bu Yüksek pozisyondakilerin günlük stresleri neticesi oluşan bir sürmenaj durumudur. Bu hastaya 8 kez uyguladık çok memnun kaldı. Sonra yavaş yavaş yayıldı. Sonra biri telefon etti, 'Sporcularda doping olarak yapılır mı?' diye. Almanya'da Bayern Münih takımı futbolcularına büyük maçlardan önce 2 veya 3 uygulama yapar. Ama bu doping değildir. Vücudun oksijen ihtiyacını karşılayıp performansını yükseltir. Aynı şekilde büyük bir sınava gireceksiniz, seyahate çıkacaksınız veya çok yoğun bir programınız vardır iki üç tedaviden sonra kendinizi çok dinç hissedersiniz. Ben 30 yıldır kendime uyguluyorum. İşadamları, bankacılar, doktorlar var bize gelen. Futbolcuları almadık buraya. Çünkü onlar için ayrı bir birim oluşturmak lazım. Ama onlara uygulayan arkadaşlar var sanıyorum."

KIRIŞIKLIĞA KULLANILMAZ
Avrupa'dan sonra Türkiye'de de ozon terapisinin rant amaçlı kullanılmaya başladığı ve bu nedenle anti-aging'in ön planda geldiğini söyleyen Op. Dr. Velidedeoğlu, özellikle son zamanlarda botoks yerine kullanılmasının çok yanlış olduğu görüşünde: "Bir insanın ozon tedavisiyle 10 yaş 20 yaş gençleşmesi mümkün değil. Kırışıklıklara verilen ozon gazı orada bir şişme meydana getiriyor. Dolayısıyla oraya aşırı derecede doku yüklemesi oluyor ve deri geriliyor. Ama 5–10 gün sonra tekrar eski haline dönüyor. Güzellik merkezleri yapıyor. Hekimlerin dışında uygulanması doğru değil. Biz daha ziyade tıbbi alanda uyguluyoruz. Mesela eklem kireçlenmelerinde ozon gazı veriyoruz eklemin içine. Ve yürüyemeyen hastalar iki üç hafta sonra bastonları bırakıp yürümeye başlıyorlar." Ozon terapisinin bir diğer kullanım alanı ise kanser hastalarının tedavisine destek olmak. Dr. Velidedeoğlu, 100'e yakın hastada uyguladıklarını ve olumlu sonuçları gördüklerini anlatıyor: "Mesela meme kanserlerinde kemoterapi yapılırken saç dökülmesi olur. Ozon uygulandığında saç dökülmesi yüzde 60- 70 azalıyor. Saçları dökülen sağlıklı insanlarda da uyguluyoruz ozonu ve faydasını görüyoruz."

Ozon gazının vücuda nasıl etki ettiği konusunda şöyle bilgi veriyor Dr. Velidedeoğlu: "Ozon, normal oda ortamında 30 dakikada parçalanır. Vücutta kanla karıştığı zaman 2–3 saniye içinde parçalanıyor ve ikiye ayrılıyor. İki atomlu ve tek atomlu oksijen İki atomlu oksijeni alyuvarlar hemen emiyor. Normalde alyuvarlar kanda madeni paralar gibi birbirine yapışık hareket ederler. Ama ozon gazıyla karıştığı zaman hemen ayrılıyorlar ve formlarını değiştiriyorlar. Dolayısıyla satıh genişlediğinden yüksek derecede oksijeni emerek vücudun ihtiyacı olan bölgeye gidiyor. Mesela karaciğerinizde iltihap varsa bütün ozonla yükselmiş alyuvarlar oraya yöneliyor. Böylece parçalanma sonucunda emilen oksijen dokuya gidiyor."

Ozonun vücuda uygulanışını ise Dr. Muammer Velidedeoğlu şöyle anlatıyor: "Ozon'un vakum şişeleri vardır. Önce vücuttan 50 ya da 75 ml. kan alınır. Ozon gazı ozon jeneratörüyle elde edilir. Kan alındıktan sonra ozonla karıştırılır, sonra tekrar vücuda verilir. Bu uygulamanın tekrarı hastanın şikayetine göre 6 ila 12 defa arasında değişir. Kanserlerde 18- defaya kadar haftada iki defa yapılır. Kanser hastalarında çok yüksek doz uygulanır. Sebebi kanser hücreleri oksijenli ortamda bulunamazlar, parçalanamazlar ve oksijen içinde boğulurlar. Aynı zamanda vücudun bağışıklık sisteminin arttığı derecede kanser hücresinde azalma olur." Hiçbir yan etkisi olmadığı söylenen ozon terapisinin bir seansı için Kızılay'da 100 milyon lira ödemek gerekiyor. Ayrıca Türkiye'de bir de ozon cemiyeti kuruldu. Burada ozon eğitimi alan hekimler, bu uygulamayı yapabiliyor ancak cemiyet tarafında sürekli denetimden geçiriliyorlar.

Ozon tedavi ile hiperbarik oksijen tedavi karşılaştırması
Ozon tedavi ile hiperbarik oksijen tedavi karşılaştırması
Dr Velio Bocci ; Siena-İtalya


Ozon-oksijen tedavisi doktorlar tarafından bilinmemekte ve bu nedenle bu tedavinin hiperbarik oksijen tedavisi (HOT) gibi olup olmadığı sıkça sorulmaktadır.
HOT % 100 oksijen verilen bir medikal uygulama olup, deniz seviyesinde, atmosferik basıncın 2-3 katı (genelde 2.6 katı ) oksijen ile yapılan bir tedavidir. Fizyolojik koşullarda, deniz seviyesi ve normal hava, alveollerde pO2 ( O2: 14% ) 100 mmHg’ya eşdeğer olmaktadır ve arteryel kandaki pO2 98 mmHg civarındadır, Hb tamamen sature olup ( Hb4O8 ) ve plazmada da 0,3 ml/dl oranında eriyik O2 bulunmaktadır İstirahat halindeki dokular kandan ortalama %25 oranında O2 alır( ör: 5-6 ml O2/dl) , böylece venöz kanda %40 oranında O2 ve H4O8 kalmış olur ve O2 molekülünün 1 tanesini bırakarak H4O6 haline gelir. Bundan dolayı fiziksel olarak plazmada erimiş olan O2 dokuların ihtiyacı için etkin değildir ve bundan dolayı ihtiyaç olan 5,5 ml O2 H4O8 in deoksijenasyonu ile elde edilir. Hiperbarik tankında, 3 atmosferde %100 O2 verilir, bu durumda plazmada eriyik olarak bulunan O2 en fazla 6 ml/dL kadar olup Hb O2 ile tamamen sature olmuştur. Bu durumda plazmada eriyik haldeki O2 hücresel düzeydeki ihtiyacı karşıladığından, Hb4O8 neredeyse hiç O2 bırakma ihtiyacında değildir.

*Hızlı dekompressyon (örneğin 4–5 den 1-2 atmosfere) dekompressyon hastalığına neden olmaktadır, nitrojenin plazmik sıvıda eriyik haline gelmesi, ve ani basınç azalması karşısında gaz haline dönüşerek dissemine gaz embolisine neden olmaktadır. Dalgıç eğer yeterince hızlı bir şekilde hiperbarik tanka yerleştirilebilirse, yavaş dekompresyondan dolayı nitrojen oksijen ile yer değiştirir ve yavaşça vücuttan atılır.

*Karbon monoksit (CO) zehirlenmesi dünyada en sık görülen ölüm nedeni olup (Ernst ve Zibrak 1998) CO O2 ye göre Hemoglobine 240 kat daha fazla affinite ile bağlanır. CO varlığında HbO2 dissosiyasyon (ayrılma) eğrisi sola kayar ve daha hiperbolik şekil alır ve sonuçta O2 salınımında doku düzeyinde bozukluk olur ve CO miyoglobine bağlanır.
Hiperbarik tankında toksisiteye maruz kalmış kişi plazmada eriyik O2 ile anoksik dokuya O2 sağlayarak ve karbon monoksit(CO) ve hemoglobin (Hb) ayrışmasını arttırarak kurtarılabilir: Normal hava soluyarak yarılanma ömrü 300 dakika iken , %100 oksijenli (O2) hiperbarik tedavide yarılanma ömrü 20 dakikaya inmektedir. Bunun dışında HOT karbon monoksitin (CO) cytokrom C oksidazdan dissosiyasyonunu (ayrışmasını) sağlamakta böylece hücresel enerjiyi arttırmaktadır. CO ile intoksikasyonda normobarik O2 verilmesi tabii ki yararlıdır ancak CO-Hb yarılanma ömrü 60 dakikaya iner doku oksijenasyonu daha iyi olur ancak HOT kadar iyi değildir.

*Nadir durumlarda, hemorajik şok ağır anemiye neden olabilir ve dokunun metabolik ihtiyaçları karşılanamayabilir: eğer uygun kan bulunamazsa veya dini nedenlerden dolayı kan verilemezse o zaman HOT eritrosit kaybını kompanse etmeye çalışır.
Bu 3 örnek HOT’nin önemini vurgulamaktadır.

Yan etkiler nadirdir kısmen tipik oksijen toksisitesi (%20 hastada optik semptomlar görülür) antioksidan verilmesi ile ve hipoksi periyodunun kısaltılması ile giderilebilir. baro travma riski ve HOT merkezi kurulması için yüksek yatırım bedelleri ve oksijenin çok kolay yanıcı bir gaz olması dikkate alınmalıdır. Son 10 yılda İtalya’da 2 trajik patlama olmuştur biri Napoli de (tek kişilik tank) diğeri Milano da (çok kişinin bulunduğu tank) ve pek çok kişi ölmüştür. Karşılaştırmak gerekirse ozon tedavi bu tip riskler taşımamaktadır ve ozon tedavi maliyetleri de çok çok düşüktür.

Ozon oksijen tedavisi ile HOT arasında köklü farklar vardır.

Her ne kadar gaz karışımı %95–99 oksijen ise de ozon tedavinin hedefi direk olarak kanı oksijenlendirmek değildir. Tüm uygulama şekillerinde arteriyel pO2’de invivo olarak çok az artış olur. Ancak ozon doğru kullanıldığı takdirde pek çok özelliğe sahiptir: dezenfektan ve immunmodulatör aktivite (sitokin salınımı) ,hipoksik dokulara vazodilatasyon ile oksijen sağlanması ve HbO2 dissosiyasyon (ayrışma) eğriside sağa kayma (venöz kanda pO2 20 mmHg ye düşebilmektedir). Büyüme faktörlerinin salınımı (PDGF – Platelet derived growth faktör ,TGF-β1 –Transforming growth factor beta 1 …. vs) dolayısıyla doku iyileşmesini hızlandırarak, ani homeostatik değişim nedeniyle hormonal salınım ve /veya plasebo etki ve en önemlisi antioksidan savunma kapasitesinin artması ile genel bir metabolik iyileşme görülmektedir.

Diğer bir önemli fark ozon tedavi uzun süren ve birbiri ile bağlantılı metabolik değişikliklere neden olurken HOT’ de değişiklikler yüksek konsantrasyondaki Oksijene bağlı olup kısa süreli etkileri vardır. Çok ilginçtir ki, ilk Hiperbarik Oksijen Tedavisinin hemen sonrasında artmış DNA hasarı saptanmış olup bir gün sonrasında hiçbir etki görülmemiştir. Dennog ve arkadaşlarına göre (1996) aynı şartlar altında HOT devamında antioksidan savunma sisteminde artış olabilmektedir. Bu varsayım Kim ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışma ile desteklenmektedir (2001). İlk HOT seansından sonra görülen önemli oksidatif hasar bulguları nedeniyle ozon tedaviye düşük dozlar ile başlanıp yavaşça doz artırımına gidilmesi ve böylece muhtemel bir hasarın önüne geçilmesi yönündeki görüşlerim güçlenmiştir.


HOT - OZON TEDAVİNİN HASTALIKLARDAKİ ETKİNLİK KARŞILAŞTIRMASI


________________________________________________________________________________________________________                                                  HOT_____________________OZON TERAPİ _________
Arteryel gaz embolisi                       iyi                                      etkisiz
Dekompressyon hastalığı                 iyi                                      etkisiz
Ağır CO ve duman inhalasyonu          iyi                                      etkisiz
Ağır kan kaybına bağlı anemi            iyi                                      etkisiz
Gazlı gangren                                iyi                                      bilinmiyor
Deri greftleri ve flepleri                   az                                      iyi
Osteo-radionecroz önlenmesinde       az                                      iyi
Radyasyon tahribatı                        az                                      iyi
Refrakter osteomiyelit                     az                                      iyi
Nekrotizan fascitis                          az                                      iyi
Travmatik iskemik yaralar                az                                      iyi
Termal yanıklar                              az                                      iyi
Kronik ülserler ve yaralar                 az                                      iyi
Multipl skleroz                                etkisiz                                 orta
Kronik yorgunluk sendromu              az                                      orta
HİV-AİDS                                      az                                      az
Yaşlılık / geriatri                             etkisiz                                 orta


Ben ozon tedavisini daha çok sevmekteyim çünkü bu bilgiler ışığında ozon tedavi daha etkili görünmektedir. Pek çok vakada kombine uygulamalar tercih edilmektedir, Majör terapi ve torbalama veya rektal insuflasyon ve ozonlu su ve kremler böylelikle sinerjistik etkilerden yararlanarak hedefe ulaşırız. Buda ozon tedavinin etkinliğini çeşitli kollardan gösterir. (enfeksiyon, enflamasyon, hücre nekrozu, iskemi, metabolizma bozukluğu ve bozulmuş iyileşme süreci vb.)
Dr. Bevers ve arkadaşları (1995) de radyasyona bağlı hematürilerde HOT (20 seans %100 O2 3 bar ve 90 dakika süre ) kullanmış buna karşılık Dr. R. Dall’Aglio bu problemi sadece 3 seans ozon gazı uygulama ile ( haftada 1 kez ) çözmüştür. 1996 yılında Dr. Bavers karşılaştırmalı çalışma teklifimi reddetmiştir.

{ KANSER KONUSUNDA 3 ŞEY }


KANSER KONUSUNDA...başka yerde okuyamayacağınız 3 şeyi bilmeniz gerekir.....

· KANSER HÜCRELERİ ŞEKERİ SEVER... OKSİJENDEN NEFRET EDER. Kanser hücrelerinin vücudunuzda yaşamasını zorlaştırmak için kan şekerinizi normal değerlerine düşürmelisiniz ve kandaki oksijen seviyelerini % 99–100 Aralığına yükseltmelisiniz.

· VÜCUDUN PH DENGESI DAHA FAZLA OKSIJENI IÇERI ALIP DAHA FAZLA KARBONDIOKSITI DIŞARI ATMAYI BAŞARABILMENIN ANAHTARIDIR. Otto Warburg bilinçli olarak 47 hayvan türünde hücreleri oksijenden yoksun bırakan pH düzeyini düşürerek kanser üremesini sağladı. Doktorlar laboratuvarlarda sadece oksijen beslemesini azaltarak sağlıklı hücrelerin mutasyona uğramasına neden oldukları bildirilmiştir.

· KANSERLİ HÜCRELERİ ÇABUK YENMEK İÇİN GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE İHTİYACINIZ VAR. Yukarda bahsedilen iki şeye ilaveten güneş, temiz hava, arıtılmış su, tamamı ile organik yiyecekler, dengeli bir sindirim ve pozitif düşünce gerekir.

Ozon tedavisi ile kanseri yenebiliriz
Kanserin tedavi ve önlenmesinde oksijenin önemi ve süperoksijen tedavisi

İnsanlar, bir çok nedenden dolayı oksijen yetersizliği çekebiliyor.Örneğin uzun süre hava kirliliğine maruz kalma, sigara içme, hareketsiz yaşam, stres, akciğer ve kalp damar hastalıkları, canlılıklarını yitirmiş gıdalar,derin nefes alamamak ve yetersiz egzersiz gibi..
İki Nobel sahibi bilim adamı Dr. Otto Warburg, kendisine Nobel ödülü kazandıran bilimsel çalışmasından elde ettiği sonuçları açıkladığında, kanserin temel nedeni olarak oksijensiz yaşamı gösteriyor.Dr. Warburg'a göre, vücuttaki onkojenlerstres, kirlilik, radyasyon yanında oksijensizlik gibi faktörlerle de birleşerek kanseri başlatabiliyor.Hücresel oksijen yetersizliği, kansere yol açtığı düşünülen önemli bir faktör.Dr. Warburg, o zaman şöyle bir ifade kullanmıştı:' Kanserin tek ve nihai nedeni oksijensiz yaşamdır.Yani 'anaerobiosis' tir.Normal hücreler oksijene gereksinme duyarlar,oysa kanser hücreleri oksijensiz yaşayabilir.'Dr.Warburg, herhangi bir embriyondan alınan normal hücrelerin laboratuvar tüpünde oksijensiz yaşamaya zorlandığında, kanser hücrelerinin özelliklerini aldıklarını gösterdi.Warburg,'Bu, normal hücrelerin, sadece tek bir değişkeni değiştirmekle, kanserli hücrelere dönüşebileceği anlamına geliyor.' demişti.Hücreler oksijenden mahrum bırakılınca, en ilkel dönemlerine geri dönebiliyor ve enerjilerini, normal bitki ve hayvanların yaptığı gibi oksijenden değil, bunun yerine şekerin fermantasyonundan alarak, glikoz reaksiyonlarına girebiliyordu.Kanser hücrelerinin çok hızlı üremeleri, çok yüksek miktarda glikoz kullanımını gerektiriyor ve glikozu laktik aside dönüştürüyor.Bedenin asitlilik derecesi yükseldikçe,hücrelerin oksijen kullanmaları daha da zorlaşıyor.Kanserli hücreler, sağlıklı insan hücrelerine oranla tam 10 kat daha fazla laktik asit içerebiliyor.Yine aynı oksijen yetersizliği teorisine göre kanser hücreleri, oksijen yönünden zengin bir ortamda varlıklarını sürdüremediklerinden, yeterli oksijen sağlanırsa, bu cinnet halindeki glikoz fermantasyonun durduğu, tümör dokusunun beslenmesinin bozulduğu ve tümör hücrelerinin öldüğü tespit edilmiştir.
Oksijen eksikliği kanserin yayılmasını da kolaylaştırıyor. İsveçli bilim adamları, oksijen eksikliğinin, kanserli hücrelerin primer (anakaynak) tümörden ayrılıp, başka yerlere yerleşmesine neden olduğunu tespit ettiler. Kanda, hücrelerde ve dokularda oksijen eksikliğine bağlı gelişen fonksiyon bozukluğu olarak bilinen hipoksi durumunda,CXCR4 geninin aktif hale geldiğini saptadılar. Bu genin, aktif hale gelmesinin, kanserli hücrelerin başka organlarda oluşmasını kolaylaştırdığını belirleyen bilim adamları, hücrelerin primer tümördeki oksijen eksikliğinden kaçtığını kaydetmişlerdir.
Bu bilimsel çalışmalardan sonra kanserin tedavi ve önlenmesinde oksijenin önemi anlaşılmış ve süperoksijen tedavisi (ozon terapi) önem kazanmıştır. Ozon oksijenin özel bir formudur. İki oksijen atomu içeren normal oksijenin aksine ozon 3 oksijen atomu içerir. Yüksek oksidasyon etkili, keskin kokulu, stabil olmayan bir gazdır. Toksik etkisi olmayan ozon, genellikle hücrelerin oksijen uyumunu geliştirir ve oksijenasyon dengesini sağlayarak, tümörün oluşturduğu doku tahribatının tamirini ve dolayısıyla iyileşmesini hızlandırır.

{ SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN OZON SAUNA }
Sağlıklı bir yaşam için...
Ozon Sauna, Kardio-vasküler sistemini ve kan basıncını olumlu yönde etkileyerek, kalbe ve bütün Kardio-vasküler sistemine stressiz bir antrenman yaptırmaktadır.
—Ozon kandaki oksijenasyonu artırır. Böylece dokulara daha fazla oksijen ulaşır.
—Ozon Sauna, vücutta yarattığı rahatlamanın ötesinde; soğuk algınlığı, kireçlenme, baş ağrısı, halsizlik gibi şikâyetlerde de yardımcı bir tedavi aracıdır. 40°C derecede virüslerin üreme hızının 250 misli azaldığı, 41°C derecede ise pneumonia’ya (zatüre) sebep olan bakterilerin öldüğü bilimsel bir gerçekliktir.
—Ozon Sauna, vücudun dış etkilere karşı direncini artırır.
—Ozon Sauna, derinin ölü hücrelerden arınarak yenilenmesini; yumuşak, pürüzsüz ve daha dirençli bir yüzeye sahip olmasını sağlar.
—Ozon Sauna, böbreklerin 24 saat boyunca çalışmasını gerektiren ağır metallerin boşaltım işini, terleme yoluyla ve metabolizmayı hızlandırarak yerine getirir. Bu nedenle doktorlar, ağır böbrek hastalarına ev saunasını önermektedir
—Sağlıklı bir zayıflama için...
—Ozon Sauna, sağlığı kötü yönde tehdit eden yağlar, yağ asitleri, metabolik elementler ve zararlı toksinlerin kalbe yüklenmeden vücuttan atılmasına yardımcı olur.
Böylece vücudun aşırı yağlanmasını önler, zayıflatır.
—Ozon Sauna ile vücudunuz 20 dakikalık seansta 200 ile 450 arasında kalori harcar.
—Stres ve yorgunluktan uzaklaşmak için...
—Ozon Sauna; ısı, buhar ve aromaterapi olmak üzere 3 farklı terapi yöntemi sunarak hem doğal bir gençleşme sağlar hem de size sağlıklı, stressiz bir yaşamın kapılarını aralar...
—Spor sonrası rahatlık için...
—Yoğun terleme, vücuttaki su ve toksin dengesini ayarlar. Bu nedenle spor sonrası oluşan ve kas ağrılarına neden olan laktik asitlerin terleme yoluyla atılması en sık başvurulan yöntemdir.

Ozon Sauna kullanarak, spor sonrası oluşan ve kas ağrılarına neden olan laktik asitlerin ozon ile parçalanarak terleme yoluyla atılmasını sağlayabilirsiniz.

Oksijen Kullanımındaki Güvenlik Şemsiyesi Prof. Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU


İnsanlar oksijeni saf olarak almazlar. Rahmet-i Sonsuz, atmosferde oksijeni, azot ve diğer gazlarla karışım halinde bulundurarak, ihtiyacımız olan oksijenin zehre dönüşmesini engellemiştir. Evet, her şeyin fazlası zarar olduğu gibi, oksijenin çoğu da zehirdir. Bu açıdan oksijen yetmezliği olan hastalara, saf oksijen değil, azot ile oksijenin belli nispetlerdeki karışımı verilir. Aşırı saf oksijen alımından ilk etkilenen organ beyin olduğundan, şuur kaybı (koma) ortaya çıkar. Ani oksijen zehirlenmesinde ayrıca bulantı, kramp, görme bozuklukları, huzursuzluk ve saldırganlık ortaya çıkar. Saf oksijen tedavisi körlük yapabilir, solunumu durdurabilir. Fazla oksijen hücrelerde ölüme sebep olabilir. Aldığımız hava oksijen bakımından nispeten zengin iken, dışarıya verdiğimiz havadaki oksijen miktarı düşük, karbondioksit miktarı ise yüksektir. Havadaki oksijeni kandaki moleküllere bağlama, bedenin her tarafına taşıma, hedef hücrelerde serbest bırakma ve oradan karşılığında açığa çıkan kullanılamaz zehirli gaz hükmündeki karbondioksiti bağlama, onu akciğerlere geri getirip nefes yoluyla dışarıya bırakma işlemleri, son derece hassas bir güvenlik şemsiyesi altında gerçekleştirilir. Yeşil bitkilerin kloroplastlarına yerleştirilen fotosentez sisteminde, nefesle dışarı bıraktığımız karbondioksitten güneş ışınları vasıtasıyla besin maddesi ve oksijen üretilir. Yaşamak için bitkilerin karbondioksite, bizim ise oksijene ihtiyaç duymamız ve birbirimize bağımlı kılınmamız oldukça manidar ve hikmetlidir.
İnsan beyni, glikoza ve oksijene ihtiyaç duyacak şekilde yaratılmıştır. Meselâ, erişkin insan oksijensizliğe yaklaşık 4 dakika, yeni doğan bebekte ise maksimum 10 dakika dayanabilir. Beynin sürekli ve yeterli şekilde oksijenlenmesi için, insan bedeninde üç farklı yapı, birbiri ile entegre olarak çalışmaktadır. Solunan hava içindeki oksijen, vücuda burun delikleri, nefes borusu ve akciğerlerle taşınır. Akciğerlerde oksijen havadan kana geçer ve kandaki alyuvarların içinde bulunan hemoglobin tarafından bağlanır. Kanda oksijen taşıyan alyuvarların yapıldığı merkez ise, kemik iliğidir. Oksijen bakımından zengin kan, bedene, kalb-damar sistemi ile dağıtılır. Bu sistemler üzerinden oksijenin taşınması, fizik ve kimya kanunlarına uygun olarak gerçekleştirilir. Oksijen taşınmasında önemli bir faktör, gazların kısmî basınç değerleri ve bu değerlerin akciğer alveollerinde gaz alış-verişine tesirleridir.
Başta beyin hücreleri olmak üzere, bütün hücrelerin yeterince oksijenlenmesi için, akciğer, kan ve kalbin koordineli şekilde çalışması sağlanmıştır. Bu üçlü sistemin sağlıklı işleyişini güvence altına alan ekstra güvenlik faktörleri de sisteme yerleştirilmiştir. Herhangi bir hastalık veya aksama durumunda vücut hücrelerine oksijen sağlanmasında problem olduğunda, hayatın devamına vesile için, yaratıştan sistemin içine yerleştirilmiş mekanizmalar, güvenlik şemsiyesi olarak isimlendirilmektedir.
Akciğer alveollerinin dış yüzeyi tamamen kılcal damarlarla kaplıdır. Alveollere ulaşan oksijen, dış yüzeyi saran kılcal damarlara geçer. Erişkin bir insanın akciğerlerinde takriben 300 milyon alveol vardır. Bunların toplam dış yüzey alanı, yaklaşık 70 metrekaredir. Bu alana yayılan kan miktarı ise yaklaşık 60 mililitredir. Bu kadar geniş bir alana sadece bir enjektörlük kanın yayılmasının hikmeti, az miktardaki kanın 70 metrekarelik yüzeye çok ince bir tabaka şeklinde yayılması sonucunda, alyuvarların kısa sürede maksimum oksijenlenmesinin sağlanmasıdır.
Oksijen kullanma sisteminde fizyolojik şartlarda işleyen üç güvenlik faktörü
Atmosfer havasının toplam basıncı, deniz seviyesinde 760 mmHg'dır. Soluduğumuz havanın yaklaşık %21'i oksijen olup, kısmî oksijen basınç değeri, 160 mmHg'ya karşılık gelir. Hava, nefes borusundan geçip akciğerlerimizdeki alveol adı verilen hava keseciklerine ulaştığında, oksijenin kısmî basıncı azalır. Buradaki oksijenin kısmî basınç değeri 104 mmHg'dır. Bu azalmanın sebepleri, aldığımız havaya su buharının karışması, alveol havasındaki oksijenin sürekli kana taşınması ile alveol havasına kandan sürekli karbondioksit geçişidir.
İlk güvenlik faktörü: Oksijenin vücuda taşınmasında havadaki oksijen gazının kana geçiş sistemine konulmuştur. Kanın alveolleri saran kılcal damarlarda toplam kalma süresinin üçte birinde, normal fizyolojik şartlarda gaz alış-verişi tamamlanmaktadır. Bir başka ifadeyle, alyuvarlardaki hemoglobinlerin oksijen bağlamaları için gerekli normal sürenin, iki katı kadar ilave süre, güvenlik faktörü olarak sistemin yapısına yerleştirilmiştir. Bu yüzden aksaklık veya hastalık durumunda, kişi hemen oksijen eksikliğine girmez; çünkü alveol etrafında kan, gerekli sürenin iki katı daha fazla kalmaktadır. Bu üçte birlik süre içinde kanın kısmî oksijen basıncı, alveolün kısmî oksijen basıncına eşit hale gelmektedir. Hava ile kan arasında, yedi ince zar tabakasından oluşan engel vardır. Oksijenin yağda eriyebilir molekül oluşu, yedi katmanlı bu zar sisteminden hızlı ve kolay geçişine vesile olmaktadır. Eğer oksijen suda eriyebilir fakat yağda eriyemez şekilde yaratılsaydı, sebepler plânında bu geçiş mümkün olmayacaktı.
İkinci güvenlik faktörü: Kan ile doku arasındaki oksijen geçişine yerleştirilmiştir.
Dokuları besleyen temiz kanın kısmî oksijen basıncı 95 mm Hg'dır. Kılcal damarlardaki kana geçen oksijen, dolaşım sistemi ile doku ve hücrelere taşınır. Hedef bölgedeki kılcal damarların duvarından doku sıvısına (hücreler arasındaki sıvıya) ve oradan da hücrelerin içine geçer. Hücreler arası sıvıdaki kısmî oksijen basıncı 40 mm Hg'dır. Dokuları terk eden kirli kandaki kısmî oksijen basıncı 40 mmHg'ya düşer. Sonuçta kan, taşıdığı oksijenin tamamını dokuya vermemekte en az 40 mmHg oksijeni kendinde yedek olarak bulundurmaktadır. Kan vasıtasıyla dokulara çok fazla oksijen taşınmasına rağmen, bu miktarın tamamı dokulara verilmemektedir. Herhangi bir hastalık sebebiyle, kan yoluyla dokuya taşınan oksijen miktarı azalsa da, doku, bundan hemen zarar görmemektedir. Çünkü fıtrî fizyolojik işleyişte kan, dokuya ihtiyacından fazla oksijen taşımaktadır. Açarsak, dokulara gelen temiz kanın 100 mililitresinde normalde 20 mililitre oksijen vardır. Dokulardan ayrılan kanın 100 mililitresinde hâlâ 15 mililitre oksijen bulunmaktadır. Yani her 100 mililitre kandaki oksijenin sadece 5 mililitresi kullanılmaktadır. Dokuları terk eden oksijen bakımından fakir kirli kan bile, dokuların ihtiyacı olandan üç kat daha fazla oksijeni bünyesinde taşımaktadır.
Üçüncü güvenlik faktörü: Doku sıvısı ile hücre içi sıvısı arasındaki geçişte ortaya çıkmaktadır. Hücrelerin etrafındaki doku sıvısında 40 mmHg, hücre içi sıvıda ise 23 mmHg oksijen bulunmaktadır. Bu farktan dolayı, hücre dışı sıvıdan hücre içi sıvıya sürekli oksijen geçirilir. Hücrelerin yaşaması için sadece bir mililitre civa oksijen yeterlidir. Bu değerin altına düşerse metabolizma yavaşlar, durur ve hücre ölür. Hücrelere sağlanan oksijen miktarı, ihtiyaç miktarının tam 23 katıdır. Hücre, oksijenden direk tesir aldığından, buradaki güvenlik faktörü, çok yüksek tutulmuştur. İhtiyacın 23 misli oksijenin hücrelere ulaştırılması, gerçek manada bir sigorta ve emniyet faktörüdür.
Bu mükemmel güvenlik faktörlerine rağmen, hastalık durumlarında dokulara sağlanan oksijen miktarı azalabilir. O zaman sistemin fıtrî işleyişindeki güvenliklere yardımcı olmak üzere yaratılan ilâve güvenlik şemsiyesi devreye girer.
Hastalıklarda oksijenlenme yetersizliğini azaltıcı güvenlik faktörleri
Dokulara oksijen sağlanmasını engelleyen hastalıklar, akciğer, kalb-damar ve kan hastalıklarıdır. Akciğer hastalıklarında, genel olarak havadaki oksijen, alveollerden kana geçemez. Bu durum iki şekilde olabilir: Birincisi; alveoller hava ile tam olarak dolmuştur, ancak alveollere yeterli kan ulaşmazsa gaz alış-verişi olmaz. İkincisi; kan akımı yeterlidir, ancak alveoller hava ile dolamamaktadır. Mükemmel bir gaz alış-verişi için, hem alveoller tam havalanmalı, hem de bu havalanan alveollere yeterli kan gönderilmelidir. Sigara içilmesi, akciğerlerdeki oksijenlenme mekanizmalarını önemli ölçüde tahrip eder. Meselâ, hava yollarına yerleştirilmiş iltihap önleyici koruyucu mekanizmaları ortadan kaldırır. Sigara dumanındaki nikotin, havayollarını temizlemek için istihdam edilen tüycükleri felç eder. Balgam dışarı atılamaz ve iltihap sonucu hava yolları tıkanır. Tıkanma, havanın dışarı çıkarılmasını zorlaştırır ve alveoller teker teker yırtılırlar. Bunun sonucunda akciğerlerde hem havalanma hem de kanlanma azalır. Neticede kronik tıkayıcı akciğer hastalığı (bronşit ve amfizem) ortaya çıkar.
Kalb ve damar hastalıklarında iki şekilde oksijen yetmezliği görülebilir. Bu durum kalbin yeterli kanı pompalayamaması veya damarlarda tıkanıklık sonucunda kanın dokulara yeterli miktarda ulaşamaması neticesinde ortaya çıkar.
Kan hastalıkları da oksijen eksikliği yapabilir. Bunların başında alyuvar sayısının azalması ve/veya oksijen taşıyan hemoglobin molekülünün azalması gelir. Bu hastalıklara genel olarak kansızlık (anemi) denmektedir.
Hastalıklara bağlı olarak veya herhangi bir sebeple, hastalık oluşmadan dokulara oksijen taşınması bozulursa, vücutta şu koruyucu mekanizmalar (güvenlik faktörlerini) devreye alınır.
Birincisi; akciğerler beyinden gelen uyarılarla daha güçlü ve hızlı çalışır. Normalde erişkin insan, bir dakikada 12–16 nefes alır ve her nefeste 500 mililitre havayı akciğerlerine çeker. Hastalıklarda dakikadaki nefes sayısı 40-45'e ve her nefeste alınan hava miktarı, 4.500 mililitreye çıkarılabilir. İstirahatta bir dakikada akciğerlere alınan hava miktarı, ihtiyaç olduğunda 30–40 kat artırılabilir.
İkincisi; kalb daha hızlı ve güçlü çalışır. Normalde kalb dakikada yaklaşık 70 atım yapar ve her atımda 70 mililitre olmak üzere dakikada yaklaşık beş litre kan pompalar. Hastalıklarda kalb hızı 150-200'e çıkarılarak, dakikada pompalanan kan miktarı 25–35 litreye yükselebilir. Ayrıca dokulardaki oksijen yoğunluğu azalırsa, damarlar anî olarak genişler. Bu durumda dokuya daha fazla kan ve oksijen verilir. Bir damarın çapı iki kat artarsa, o damardan akan kan miktarı 16 kat; 4 kat artarsa, akan kan miktarı 256 kat artar. Ayrıca uzun süreli oksijen eksikliği durumlarında, damarların sayısı ve yeni damar oluşumu da artırılır. Meselâ deniz seviyesine göre oksijen basıncı düşük olan Erzurum gibi yerlerde yaşayanların damar sayısı, daha fazladır ve bu insanların yüzleri daha kanlı canlıdır.
Üçüncüsü; kemik iliğinde kan üretimi artar. Alyuvar sayısı normalde 1 mm3 kanda beş milyon iken, kemik iliği aşırı çalıştırılarak bu sayı artırılır. Kalb ve akciğer hastalıklarında bu hastalıkların menfi tesirlerine karşı koyabilmek için alyuvar sayısı artırılmaktadır.
Bütün bu güvenlik faktörleri ve destek mekanizmaları, sistemin yaratılışında olduğu gibi, işleyişinde de kendi haline bırakılmadığını apaçık göstermektedir.

{OKSİJENİN ÖNEMİ}
OKSİJENİN ÖNEMİ - Dr. Robert E. Willner MD PhD.
Modern bir hastanedeki hemen hemen her hasta odasında oksijen sağlayıcı ekipmanlar mevcuttur. Her acil müdahale odasında aynı ekipmanların bulunması yasalarla zorunlu kılınmıştır. Derin nefes alma eksersizleri akciğerleri ile sorunu olan ve ameliyat sonrası iyileşmekte olan hastalar için doktorlarca önerilmektedir. Bu uygulama tekniklerinin eksik uygulanması birçok şanssızlıklara neden olmaktadır. Bunlar herkes için rutin olmalıdır. Ortalama insan solunum sistemini kendisine bahşedilmiş bir şey olarak görmektedir ama onu kullanmayı bilmek de en ona sahip olmak kadar önemlidir. Yaygın doğu dinleri Kendi dinlerinin önemli bir öğretisi olarak bilinçli nefes almayı içine alırlar. Hint’liler “prana” dan sağlıklı bir hayat için Tanrının verdiği harika bir madde diye söz ederler. Hiç şüphe yok ki bu madde ozondur.
Derin nefes alma teknikleri günümüzde eskiden olduğundan daha fazla önem taşımaktadır çünkü şehirlerimizde soluduğumuz havadaki oksijen miktarı gittikçe azalmaktadır. Metabolizmada aşamalı olarak oksijen yoksunluğunun etkisi vücudumuzun günlük ürettiği Toksik atıkların fazlalaşmasına ve harabiyete yol açar. Düşük oksijen alımının sonuçlarından biri vücutta ürik asit miktarının artmasıdır. Bu da geniş çapta metabolik problemlerin oluşmasına sebep olur.

EKİM 2003______ {DOĞANIN SİHİRLİ MOLEKÜLÜ OZON}
Aktif oksijen (ozon) bilinen en etkili mikrop öldürücü ve koku gidericidir.
Ozon doğada, güneşin ültraviyole ışınları veya yıldırımlar vasıtasıyla meydana gelir. Doğanın kendini arındırma ve temizleme yöntemidir. Ormanlarda ve deniz kıyılarında soluduğumuz temizlik ve sağlık kokan havanın nedeni bu mucize
moleküldür. Bir oksijen molekülü, O2, bir oksidasyon süreci sonucunda üçüncü bir oksijen atomuyla birleştiğinde ozon, O3, oluşur. Son derece karakteristik bir kokusu vardır. Ozon ismi Yunanca koklamak anlamına gelen "Ozein" kelimesinden, çok belirgin olan kokusuna istinaden türetilmiştir. Özellikle fırtınalardan sonra taze hava kokusu diye içimize çektiğimiz havada bu hissi yaratan, yıldırımlar sırasında yükselmiş olan ozon konsantrasyonudur.
Ozon, günlük hayatımıza Güney Kutbu üzerindeki ozon katmanında oluşan delik sayesinde girdi. Bu sayede onun bizi zararlı ışınlardan koruyan bir katman olduğunu geniş halk kesimleri öğrenmiş oldu
Ozon, flordan sonra, dünyanın en güçlü oksitleyicisidir ayrıca bilinen en etkin su arıtıcısıdır. Bakteri ve virüsleri klordan yaklaşık 3,000 defa daha hızlı ve etkin bir şekilde öldürür.

Ozon doğaldır ve gerektiği gibi kullanıldığında son derece sağlıklıdır. Deniz kenarlarında soluduğumuz havadaki doğal ozon seviyelerinin 0.003 – 0.005 ppm olduğu tespit edilmiştir. Bu seviyeler dağlarda çok daha yüksektir.
Ozonun sterilizasyon özellikleri:
Oksijen(O2) + Yüksek Voltaj = Ozon(O3) Bakterilerle Reaksiyona Girer Oksijene Dönüşür

Ozon, yüksek reaktivitesi sayesinde çeşitli organik, inorganik molekül ve atomlarla reaksiyona girerek onları oksitler. Bu reaksiyonlar sonucunda havadaki bakteri ve mikroplar etkisiz hale getirilerek sterilizasyon sağlanmış olur.

Reaksiyon başladıktan sonra yarım saat içinde ozon molekülleri oksijene dönüşmeye başlar. Bu özelliği sayesinde ozon, diğer dezenfektan maddelerin aksine atık madde ve yan ürün oluşturma riski taşımaz.

Ozonla yapılan çalışmalar sonucunda, ozonun güçlü bir oksidan olması sayesinde suda ve havada:

Mikrop kırıcı olarak,

Koku giderici olarak,

Ortamı kirleten pek çok organik molekülün yok edicisi olarak kullanılabileceğini ispatlamıştır.

Yeni gelişen teknolojilerle üretim maliyetlerinin aşağı çekilmesi ve ozon jeneratörlerinin geliştirilmesi, günümüzde ozonun kullanım alanını hızla genişletmektedir.

Ozon bilinen bütün virüs, bakteri, mantar ve küf çeşitleri için yok edici etkiye sahiptir. Bu nedenle otel, lokanta, kahvehane gibi insanların yoğun olarak bulunduğu ortamların sterilize edilmesinde kullanılmaktadır. Ayrıca ozon kullanımı, bu tür mekânlarda insanların hava yoluyla birbirlerine bulaştırabileceği hastalıkları da engellemektedir.

Ortamdaki hava kirliliği ve kötü kokuları yok etmesi sayesinde, insanlarda ferahlık ve zindelik hissi yaratır. Çalışma ortamında motivasyon sağlar.

Ozonun gıda sektöründe de yoğun kullanım alanı bulunmaktadır. Mikrop öldürücü özelliği bütün dünyadaki gıda depolarında sterilizasyon için kullanılmasını sağlamıştır. Yiyecek ihtiva eden buzdolapları, bodrum veya mahzenlerdeki gıda ürünlerinin saklanma sürelerinin uzatılmasını ve daha sağlıklı koşullarda muhafaza edilmelerini de sağlamaktadırlar. Ozon herhangi bir kalıntı bırakmayıp, gıda maddesinin kendisiyle herhangi bir reaksiyona girmediği için sterilizasyon için kullanılabilecek en sağlıklı yöntemdir.

Her şeyin fazlasının zarar verdiği gibi ozonunda kullanımında bazı kısıtlamalar bulunmaktadır. İnsan bulunan ortamlarda sürekli bulunacak ozon miktarının 0,1 ppm.'i aşmaması tavsiye edilmektedir. Bu miktarın üzerinde ozona maruz kalındığında üst solunum yollarında bazı rahatsızlıklara rastlana bilinir. (ABD'nin EPA, OSHA, USDA ve ACGIH kuruluşları 0,1 ppm miktarındaki ozon seviyesine 8 saat süreyle maruz kalmanın hiç bir yan etkisi olmadığını tespit etmişlerdir.)

Mekânın büyüklüğüne ve istenmeyen madde yoğunluğuna göre jeneratörün çalışma ve durma süreleri ayarlanmalıdır. Hijyenin tam olarak sağlanması için mekânda insan olmadığı saatlerde yüksek konsantrasyonda ozon tutulması (0,2 – 0,3 ppm) ve mekân kullanıma açılmadan yarım saat önce jeneratörün durdurulması tavsiye edilir. Diğer zamanlarda ise 0,05 ppm.'lik bir ozon seviyesi yeni bakteri ve mikrop oluşumunu engelleyecektir.

Ozonla ilgili araştırmalar:
Yüzyılı aşkın bir süredir ozonun mikrop öldürücü ve sudaki diğer organik kirlendiricileri ortadan kaldırıcı etkisi bilinmektedir.

Pennsylvania State Üniversitesi'nde 1998 yılında yayınladıkları makalede ozonun çok iyi kanıtlanmış olan suda mikrop öldürme özelliğinin kütle bazında benzer oranlar kullanıldığında havada da geçerli olması gerektiği savını incelemişlerdir.

MAYIS 2003_____ {HEPATİT C ve OZON TEDAVİ}


HCV Dünya’da görülme sıklığı hızla artan bir hastalıktır. Masif halk sağlığı açısından önemli bir yere sahip olup adapte olma ve patojenitesi çok yüksektir. Hepatit virüsünün tanınması 1970’lere dayanır. Hepatit C ise 1989’da tanınmıştır. Bugün Dünya insan popülâsyonu, göç ve seyahatler Hepatit C virüsünün demografik ve jeografik dağılımını hızla artırmıştır. HCV parçacığı nükleokapsit ve tek bir RNA ‘dan oluşmuştur. 9600 nükleotitlidir ve proteinden oluşmuş bir zarfı vardır. HCV’nin genotipik fleksibilitesi mevcuttur. Lipid yapısının %60’ı fosfolipid ve geri kalanı kolesterolden oluşmuştur ve yaklaşık 100 tane alt grubu vardır. HCV’nin viral yaşamı konak hücre yüzeyindeki reseptöre bağlanarak devam eder ve bu genelde hepatosittir.(karaciğer hücresi) Ancak kemik iliği, böbrek hücreleri, makrofaj, lenfosit ve granülositlerde etkilenebilir. Virüs bir kez hücreye girdikten sonra zarfı ortadan kalkar ve ribozomlara bağlanarak viral polimeraz RNA replikasyon döngüsüne başlarlar ve günde ortalama 10 milyar kadar viron meydana gelir ve genel kan dolaşımına ve lenfatik dolaşıma salınırlar böylece yeni hücreleri ve önceden enfekte olmuş hücreleri yeniden enfekte ederler. HCV RNA polimeraz chain reaksiyon(PCR) ile gösterilir. Mililitrede 10 milyondan fazla viron varsa PCR ile tesbit edilebilir. 0,0001 mililitre kan bile enfeksiyon için yeterlidir. Klinik ve laboratuvar hepatit manifestasyonları hepatit C akut fazda çok nadir ve zor yakalanır. Büyük bir kısmı kronikleşir, 6 haftalık bir enkübasyon süresi vardır. Önce ve bazen semptomlar, halsizlik, başağrısı, iştahsızlık, hafif bir karın ağrısı şeklinde olur. Preikterik dönem, bu semptomlardan sarılığın başlamasına kadardır ve genelde 2–12 gün arasıdır. İkterik dönem, sarılığın başlaması ve idrarın koyulaşması ile görülür. İyileşme döneminde semptomlar kaybolur. Kronik hepatitde HCV RNA ve karaciğer enzim yüksekliği 6 ayda veya daha uzun süreli görülür. Hastalar asemptomatik veya bazen akutegzezarbasyon ile semptomların geri dönmesi şeklinde görülebilir. Hepatit C diğer hepatik viral enfeksiyonlardan serolojik ve virolojik araştırmalarla ayırd edilir. Karaciğer enzimleri, karakteristik olarak etkilenmiştir. ALT, AST, GGT, ALP, Bilurubin, Protrombin zamanı ve pleteletler etkilenmiş olabilir. Siroz ve hepatoselüler karsinom, %20–25 hastada 20 yıl içinde görülebilir. %10 hasta tamamen iyileşebilir. Şimdiki tedavilerde interferon ve ribavirin tedavisi yapılmaktadır. Bunların çeşitli yan etkileri mevcuttur.

Ozon ile Hepatit C tedavisi: Ozon çok güçlü bir oksidan olup, artan dozlarda kana verildiğinde, çeşitli kan hücrelerine etki eder. Lökositler, Trombositler oksidatif strese dayanıklıdırlar. Ozonun antiviral etkinlikleri son zamanlarda keşfedilmiştir. Yapılan çalışmalarda ozonun virüsün lipid zarfına etki ederek parçaladığı gösterilmiştir. En hassasları HCV, Herpes 1 ve 2 , HIV 1 ve 2’dir. Son yapılan çalışmalarda HCV viral yükünün azaldığı hepatik enzimlerde düzelme sağlandığı ve genel hasta sağlığının düzeldiği görülmüştür. Teknik olarak MAHT önerilmektedir. 

Op Dr Muammer Velidedeoğlu alıntı.

 

Op Dr Mustafa Köseahmetoğlu

yukarı Hayata Destek Ozon — 2013, Telefon: 223 07 27